Translate

9 Aralık 2015 Çarşamba

Bir Kaymak Uğruna Vurduk Kumkapıya : Boris'in Yeri



İstanbul'da en büyük dertlerimin birisi söylenmeyi hiç durdurmayan, lezzet fetişisti mızmız damağım. Söylenir dururum, dometesin kabuğu kalın, kokmuyor, salatalığın tadı yok, cık bu yumurtayı beğenmedim filan diye. Beğenme eşiğim yüksektir yani. Çünkü ucundan da olsun yakaladım o tatları yıllar önce. Şekerleme niyetinde teyzemin, anneannemin bahçelerinden meyve sebze koparır yerdik. Hele o domatesler, tuza bile gerek kalmadan ağzımızı doldura doldura yediğimiz, yerken gözlerimizi kapadığımız ve aldığımız lezzetle mmmhhh diye diye yediğimiz domatesler. Babamın köyünün yer aldığı Bartın'da yediğim Karadeniz kaymağı, tereyağı, köy tavuğu, mısırı, fındığı, elması.

Kumkapı'da bir manav

Bu şehirde sadece çiğneyip yutmak eyleminden sıkıldığım için sıklıkla arayıştayım. Özellikle mekanlarla ilgili cep telefonu aplikasyonları çıktığından beri insanlar popüler mekanlarda bulunmayı, bulunduğunu da diğer arkadaşlarına göstermeyi seviyorlar. Bu meşhur mekanlardan bir kaçını ben de denedim. Evet, o aplikasyonlar için güzel fotoğraf kareleri yakalayabileceğiniz şık sunumları ve hoş dekorasyonları olan mekanlar bunlar. Ne var ki ben ulusal marketlerden alınmış ürünleri giydirip süsleyen tabaklar değil, dilimle damağım arasında katkısız şölenler arıyorum.

Kumkapı sokakları
Bu sebeple bu tabi-i caiz ise check-in mekanlarından uzak durmaya gayret ettiğim için bu sefer Kumkapı yollarına vurduk. Beşiktaştaki Pando'nun Yeri ben gidemeden kapanmıştı. Ben de gösterişsiz, mahalle esnafı görüntüsünü ve tarzını hiç yitirmemiş bir yere kapanmadan gideyim dedim : Boris'in Yeri. Öncelikle daha önce Kumkapı'ya hiç gitmemiş olmaktan utandım gittiğimde. Mahalle kültürünü hala yaşatabilen Samatya gibi semtlere bayılıyorum oysa. Burda da pencerelerden sarkan sepetleri, birbirini tanıyan insanları, eski evleri, o hoş mahalle kokusunu duymak beni çok mutlu etmeye yetiyor hemen. Daha sahil yolunda gördüğümüz dumanların da arabayla girmeye çalıştığımız sokaktaki bir ahşap binadan geldiğini iki tane itfaiyenin arasında kaldığımızda anlıyoruz :) Binbir manevra, geri gidişler, kornalar, tüccar- polis- itfaiye-halk karmaşasının arasında bile Kumkapının ambiyansı beni sürekli gülümsetmeye yetiyor.

Sonunda bir otopark buluyoruz, anahtarı teslim ettikten sonra 10 TL gibi bir ücretle en büyük yükümüzden bir süreliğine kurtuyoruz. Bir nevi emanetçi gibi otoparkçı da zaten :)

Rahmetli Boris'in fotoğrafı
Sokaklarında dolaşa dolaşa ulaştık Boris'in Yerine. Görür görmez o eski dükkan beni heyecanlardı. Kim bilir içerde ne kadar lezzetli şeyler yiyecektim. Nasıl lezzetler tadacaktım.

Dükkana ilk girdiğimizde işletme sahiplerinin daha güleryüzlü, nasıl desem hani Antalya esnafı gibi, sıcak, samimi, içten, muhabbetkar olmasını filan beklerdim. Yine de motivasyonumu düşürmedim. Oturduk masamıza, siparişimizi verdik, iki-yumurtalı kavurma, bal kaymak, peynir zeytin domates ve pekmez tabakları rica ettik, iki de çay. Bir önceki ifademden yanlış anlamayın kaba değil işletmecileri ama biraz soğuklar. Siz içten bir şekilde muhabbet ettikçe yüzleri gülmüyor değil. Siparişlerimizi verdikten sonra başladık fotoğraflar çekmeye. O zaman farkettim dolaptaki endüstriyel peynirleri ve diğer malzemeleri. Bozuntuya vermedim, yiyeceklerimi beklemeye devam ettim.

Sunumdaki sadelik, o nostaljik, basitlik beni kendine haytan bıraktı. Oturma düzeni ve dükkan genel olarak sizi bir dönem filminde gibi hissettiriyor. Vefat eden Boris'in fotoğrafı yumurta istifinin hemen üzerinde yer alıyor. Dip duvarda Kumkapı'nın bir de 1930'lardan kalma fotoğrafı yer alıyor. Fotoğraflamamızı bitirdikten hemen sonra tabaklarımız tek tek masayla buluşuyor. İlk olarak ekmek sepeti konuyor. Bildiğimiz dilimlenmiş beyaz fırın ekmeği. Ben dilimlenmemiş bir ekmek görmeyi en azından mekanın ruhuna daha uygun bulabilirdim. Hele de beyaz fırın ekmeği yerine böyle köy ekmeği tarzında doğal bişeyler olsaydı çok daha hoş olabilirdi. Hemen ardından, tavasında, kavurmalı yumurtamız geliyor. Hatta kokusu kendisinden önce geliyor. Gerçekten de ilk çatalı aldığımda doğal tereyağı ile yapılmış ve kavurmanın lezzetinin taze yumurtayı da sarmaladığı bu tada teslim oluyorum. Sofradaki en lezzetli şey bu kavurmalı yumurta. Diğer tabaklarda sırasıyla peynir, kaymak-bal, pekmez-tahin, zeytin, pul biberlenmiş zeytinyağlı domates salatalık biber var ki sanırım en kötü tabak da buydu. Tahin pekmezin öyle bir tadı vardı ki yiyemedik. Sorunlu bir tadı vardı.  Peynirler lezzetliydi, kaymak bal da öyle. Ama nasıl desem öyle sizi illa Boris'in Yeri'ne getirecek lezzetler değildi bunlar. Herhangi bir yerde rahatlıkla bulabileceğiniz tatlardı. Bir özelliği, öyle mekanın nam yapmasına sebep olacak bir lezzetle karşılaşmadık maalesef bu sefer. Fiyatı da soframıza göre biraz şişirme buldum, yukarda bahsettiğim tabaklara yanında 2si büyük 2si küçük 4 de çayla birlikte 59 TL verdik.

işte o kahvaltı 

Kendinizi bir film setinde gibi hissetmek ve Kumkapının nostaljik havasını solumak istiyorsanız buyrun gidin, bence bir yumurta, bal kaymak bir de peynir tabağı söyleseniz kafi. Kahvaltınızı bitirdikten sonra ufak bir yürüyüşle hem tarihi kiliseleri, sempatik sokakları görebilir hem de kaymağın bağladığı yağları ufak ufak yakabilirsiniz :)

Kumkapı meyhaneleri


Rum Ortadoks Kilisesinin Kapısı
bir başka açıdan Rum Ortadoks Kilisesi

Rum Ortadoks Kilisesi
fenerlerle süslenmiş ağaçları

yıkık dökük Kumkapı yapıları


bir başka mekanda görüşmek üzere turumuza son veriyoruz :)

2 yorum:

  1. Ekimimle beraber hergùn ben de gezmis kadar oluyorum. Yazdiklarini bir solukta okudum yine! Bence sen kendi gezi programini yap bir televizyon kanalinda. Kesin cok tutulur!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kurabiye lezzetinde bir yorum için çok teşekkür ederim :) Blog'un açılış yazısında da belirttiğim gibi mesele duyularımızı paylaşabilmek. Benim aldığım zencefilli tarçınlı kurabiye tadını sen de alıyorsan , işte : buluştuk :)

      Sil

Çok Okunanlar